Beyaz Türk Olmak

Benim adım Oscar Dean. İsmimdeki Oscar Wilde’ı ve James Dean’i çağrıştıran nağmelere kulak asmayın. Aslında ben bir Türküm. Hatta beyazından bir Türk. Ama yanlış anlaşılmasın, derdim bununla gurur duymak falan değil. Derdim, bu coğrafyada, etnik / sınıfsal / dini arka planımdan ötürü otomatik olarak bana sunulan imkanları sorgulamak. Yani çuvaldızı kendime batırmak; içinde bulunduğum şu pozisyona…


İstanbullu üst orta sınıf bir ailenin en küçük oğluyum. Sırf bu bile, hayata on puan artıyla başlamanıza sebep olabilir. Hele bir de bu aile, benimkisi gibi etliye sütlüye pek karışmayan bir aileyse.
Ailemin öyle solculukla ya da sağcılıkla pek bir işi olmadı. Kimliklerine dair herhangi bir pürüz de yoktu. Sünni, Kemalist ama bir o kadar da –belki de tam bu sebepten- apolitik bir aileydi işte. Ailemin geçmişinde herhangi bir politik / toplumsal travma da yaşanmadı. Kimse tutuklanmadı; kimse kitaplarını saklamak zorunda kalmadı; kimse gece vakti çalan kapı zillerinden korkmadı; kimse anadilinde konuşurken çekinmedi.
Yani gayet sıradan bir aileydi benimkisi. Sıradan / normal / çoğunluğun bir parçası / çoğunluğun ta kendisi… Üstelik etrafımız bizim gibi ailelerle doluydu. Komşularımız “namuslu” Türk ailelerinden ibaretti. Herkes evli, herkes heteroseksüel, herkes işinde gücünde; öyle örgütlerle, mücadelelerle işi olmayan insanlar… Komşularımızın arasında Alevi olanlar yok değildi tabii. Ama onlar dini vecibelerini kapalı kapılar ardında yaparlardı. Bu sebeple de bizimkilerin takdirini kazanmışlardı; toplumsal kabullerini…
Ailemin arkadaş çevresinde Kürtlere yer yoktu mesela. Eşcinsellere de yoktu. Hıristiyanlara da. Aşırı dindar Müslümanlara da. Yahudilere de. Çingenelere de.
Benim ailem, İstanbul’da ya da Türkiye’nin batı yarısındaki herhangi bir büyük kentte yaşayan herhangi bir aileden farksız. Tıpkı diğer bütün “Beyaz Türk aileleri” gibi, toplumsal kabulün o şerbetli, köpüklü, kaymaklı, ballı bademli tadına sonuna kadar vardılar. Soğanın hep cücüğünü, yoğurdun hep kaymağını, böreğin hep ortasını, ekmeğin hep çıtır çıtır köşesini yedikleri için, sandılar ki, herkes onlar gibi. Herkes onlar gibi hep böyle şanslı. Hep böyle toplumsal kabulün kucağına kurulmuş, sıcağında mayışmış…
Şimdi ben, bu yüzden, beyaz Türk olmak nasıl bir şey, üç aşağı beş yukarı biliyorum. Tam da bu yüzden, son zamanlarda beyaz Türklerin mağdur gibi görünme çabalarını da anlayamıyorum. Özellikle “muhafazakar” diyebileceğimiz ve günümüz iktidarına gayet yakın duran kesim bu konuda çok hevesli. Ama konu askerlerin ölmesi olunca, Kemalistler de muhafazakarlara katılıyor. Mesela Silvan’daki çatışmalardan sonra her iki iktidar grubundan da binlerce beyaz Türk sokaklara döküldü ve utanmadan “Türk olmak suç mu?” diye pankartlar açtı. İşte benimkisi gibi ailelerden gelen, soğanın hep cücüğünü yiyenlerdi bunlar.
Bu ülkede bir Türkün yaşadığı toplumsal sorunlar, hiçbir zaman örneğin bir Kürtün yaşadığı toplumsal sorunlarla bir olamaz. Evet, bitmek bilmeyen savaştan ötürü benzer acılar yaşanıyor olabilir. Ama söz konusu eğer toplumsal kabulse, bir Kürt’le bir Türk’ün koşulları bırakın aynı olmayı benzer bile değil.
Radikal Gazetesi bu acı gerçeği görmezden gelmiş geçenlerde. Serkan Ocak ve Dinçer Gökçe’nin birlikte hazırladıkları 22 Temmuz tarihli haberde, “sokağa taşan öfkenin Kürtleri de Türkleri de aynı şekilde” etkilediği söyleniyordu. “Moda’da yaşayan Kürt’le, Gazi Mahallesi’nde yaşayan Türk’ün endişesi bir,” diye iddia ediyorlardı. Haber için şu bağlantıya tıklayın:
Bir mi? Güldürmesinler beni! Bu şiddet çığırtkanlığının, bu gözü dönmüş kitlenin mağdurları Türkler değil, Kürtlerdir. Nitekim haberi yazabilmek için sadece tek bir Türk bulabilmişler. Gazi Mahallesinde yaşayan ve MHP’ye oy vermiş olan –önemli bir gösterge bu- Ali Rıza Nemli’nin elle tutup gözle görebileceğimiz herhangi bir sorunu yok aslında. Bir tek çocukları için endişeleniyor. Endişelenmesinin sebebi aslında çocuklarının Türk olması değil, Gazi Mahallesi gibi çatışmaların yoğun olduğu bir semtte yaşamaları. Eminim orada değil de, çatışmaların olduğun başka bir semtte de yaşasaydı benzer bir endişeye kapılırdı.
Oysa Kadıköy’deki Kürtlerin yaşadıkları sorunlar çok daha farklı. Sokakta yürürken, herhangi bir kötü bakışa maruz kalmadan, şöyle dilediğince, tıpkı Barlar Sokağındaki Türkler gibi bağıra çağıra anadillerinde konuşamıyorlar mesela. Ya da birileri “Pis Kürt” diyor arkalarından. (Bu coğrafyada hiçbir Türkün arkasından “Pis Türk” denmez mesela.) Ya da Kürt olduğunu söylemekten çekiniyorlar; kimliklerini saklıyorlar. Mesela Aydınlıyım diyorlar, Kürt oldukları anlaşılmasın diye. İnsanlar onları da beyaz Türk sansın diye.
Soğanın cücüğünü, yoğurdun kaymağını yiyenler, önceleri herkesin kendileri gibi olduğunu sanıyordu. Dileyen herkesin kendileri gibi toplumda yükselebileceğini, kimliklerin bir sorun olmadığını iddia ediyorlardı. “Ne mutlu Türküm diyene”nin ırkçı bir söylemin parçası olduğunu reddediyorlardı mesela. Şimdiyse bu söylemler yumağına bir yenisi daha eklendi işte: “Ama biz de sorun yaşıyoruz! Biz de mağduruz. Biz de fakiriz. Ama biz onlar gibi isyan ediyor muyuz?”
Mağduriyet elbette üzerinde yaşadığın topraklarla doğrudan alakalı… Bir Türk, Türk olduğu için Türkiye’de mağdur olamaz. Yani o pankarttaki o komik sorunun cevabı basittir: Hayır efendim Türk olmak, Türkiye sınırları içinde hiçbir zaman suç olmadı! (Oysa Kürt olmak suçtu. Örneğin Kürtçe konuşmak, şarkı söylemek uzun bir süre suçtu, günümüzde ne ölçüde suç olmadığı da tartışılır.)
Ama bir Türk örneğin Almanya’ya giderse her an mağdur durumuna düşebilir. İşte Türkiye’de değil, ama Almanya’da Türklerle Kürtlerin mağduriyetleri benzerdir. Hatta aynıdır. Hatta bu mağdurlar grubuna Arapları da ekleyebiliriz.
Ama bizdeki beyaz Türklerin densizliğine benzer bir biçimde, Almanya’daki beyaz Almanlar da (Almanya’da onlara biyo-Alman deniliyor) son dönemlerde utanmadan mağdur olduklarını söylemeye başladı. Kadın ve aileden sorumlu bakanları çıkıp, “Göçmen aile çocuklarının çok olduğu okullarda, Alman çocuklar ayrımcılığa maruz kalıyor. Onlara Alman domuzu, Alman patatesi denilip, onlarla dalga geçiliyor,” dedi.
Buna resmen hinlik denir. Ortada tüm açıklığıyla duran ayrımcılık sorunu üzerindeki dikkatleri dağıtmak için uydurulmuş laf kalabalıkları bunlar. Ben kanmıyorum bunlara. Eminim siz de kanmıyorsunuz.

7 yorum:

  1. Durumu çok iyi analiz etmişsin Dean. Kürt ve Türk öznelliklerine iyi değinmişsin... Ben çok beğendim... Fakat, Kürtlükler ve Türklüklerin kendi içlerinde de hiyerarşisi oldugunu düşünüyorum... (nitekim yazından da aşağı yukarı anlaşılıyor) Ben birçok Türk'den aşağı, birçoğundan da yukarıdayım işin kaymağını yemek konusunda... Güzel yazılara devam...

    YanıtlaSil
  2. Geçen bir arkadaş "neden ben türküm deyince ırkçılık yapıyor oluyorum?" demişti bir konuşmada. Türkiye'de türküm diyen birinin olduğunu söylediği şey zaten iktidar, çoğunluk, egemen, güçlü olan şey. Ama bunun bile farkına varamayan bir kitle var türkiye'de. aslında büyük bir kitle.
    güzel yazmışsın, emeğine sağlık...

    YanıtlaSil
  3. merhaba,

    öncelikle blogca hoş geldiniz, manifesto'dan başladım, eskiden yeniye doğru ilerliyorum. burada bir durup, soluklanıp selam edeyim dedim.

    umuyorum, her insan bir gün ayrımcılığa uğrama ayrıcalığının tadına bakacak, zira empatiyle, teoriyle, mantıkla anlaşılabilecek gerçekten bir yere kadar.

    istanbul'da doğmuş, orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak yetişmiş, türk değilse de, kürt de olmayan genç bir erkek olarak; her ne kadar yıllarca hayatın bir çok alanında elimden geldiğince ayrımcılığın karşısına dikilmişsem de, "kurban" olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamam için türkiye'yi terkedip almanya'ya yerleşmem gerekti:

    http://gueneslipazartesiler.blogspot.com/2010/02/ben-turk-oldum.html

    YanıtlaSil
  4. Merhaba arkadaşlar. Yorumlarınız için teşekkürler. Blogu daha da zenginleştirdiğinizi söylemek isteriz. Çoğul konuşuyorum, zira arkadaşlarımın da böyle düşündüklerini biliyorum.

    Sondan başlayarak devam edeyim:

    outlaw, dediklerine katılıyorum. Vicdan ve empati kelimelerinin artık ağızlarda sakıza döndüğü kanısındayım. Ne işe yarıyor ne çözüm üretiyor ne de insanların gerçekten yaşanılanları anlamasına yardımcı oluyorlar. Ayrıca toplumsal bir dönüşümün önünü de tıkadıkları aşikar. Çünkü kişileri rahatlatmaktan başka bir fonksiyonu yok. Olamıyor...

    Güneşli Pazartesiler aramızdan bazılarımızın takip ettiği bir blog, kayıt yaptırmadık, takipçiler arasında görünmüyoruz ama bu takip etmediğimiz anlamına gelmez. (Ben az sonra kaydımı yaptıracağım. :)) Yazıyı da şu an tatil, iş ve/veya sağlık sorunları nedeniyle okur yorumlarını takip edemeyen arkadaşlarıma da ileteceğim. Okumaları için...

    Tam senin dediğin ve deneyimlediğin noktanın bazılarımızın deneyimi olduğunu da belirtmek isterim. İnsan bu gerçekle yüzleşmeden, deneyimlemeden ne hazin ki anlamakta güçlük çekiyor, kendisine ayak bastığı topraklarda verilen imtiyazların tadını çıkartmaktan vazgeçmiyor. Özellikle bu Türklük, erkeklik, müslümanlık, heteroseksüellik, sünnilik gibi konularda böyle. Nasılına dair çok fikrimiz olmasa da blog bu konularda sesli düşünmeye çalıştığımız bir mecra olacak bizim için. Umarız ki... Ayrıca "zalim medya"ya karşı bloglar arası dayanışmaya da sonuna kadar inanıyoruz. Bu yüzden sen de hoşgeldin.

    İsmail merhaba sana da. Yukarı da yazdıklarım senin yazdıklarına da yanıt olur gibi. Senin arkadaşının söylediğini diğer "imtiyazlara" için de söyleyebiliriz. Farkına nasıl varacaklarını da ayrıca blog aracılığıyla tartışmayı umuyoruz. Yazının sahibi adına ben teşekkür edeyim sana.

    When Men Meet merhaba. Senin söylediğin nokta bizim de kafamızı kurcalayan, üstüne yazılası bir başka konu. Tıpkı bahsettiğin iki mevzu gibi çok fazla derecelendirme var. Bakalım, elimizden geldiği dilimizden döndüğünce bunlar hakkında da kelam edeceğiz umuyorum.

    Yorumlarınız için tekrar teşekkürler. Ayrıca, yazmak isterseniz kapımız da sayfalarımız da sonuna kadar açıktır. Sadece iyi yazılara değil, beğenmediğiniz yazılar ya da noktalarda da bizi yorumsuz bırakmamanızı diliyoruz.

    Dayanışmayla,

    Zeki.

    YanıtlaSil
  5. merhaba,

    Dayanışmaya önem verdiğiniz yazılarınızda anlaşılıyor.Ben de buna çok önem veriyorum ama farklı bi açıdan bakıyorum.Şöyle açıklayabilirim nasıl ki Fransa ya da Almanya da Ispanya tamamen fransızların,almanların ve ispanyolların yaşamadığı ancakbu kimliklerin oturduğu ve dayanışma içinde oldukları, birliklerinden de asla taviz vermedikleri görülüyorsa türklük de benim için öyledir.Türk kavramı benim için soy sop ırk değil bu topraklar üstündeki birliği temsil eder ve kökenim nolursa olsun kendini türk hisseden herkes barış içinde yaşar.Dediğim gibi bu ırkçılık değil ve bence ne mutlu türküm deki anlam da burdan geliyor.Eğer kendini kürt hisseden insanlar bu haksızlıkları barışçıl ve insancıl bir yolla dile getirirlerse eminim dayanışma içinde güzel bir şekilde yaşanılacaktır.

    YanıtlaSil
  6. merhaba

    adsız arkadaşım benim senin söylediklerinle ilgili bir sorum var, yazının bir bölümünde ' bu topraklar üstünde kendini türk gibi hisseden herkes ( din, dil, ırk gözetmeden dahi olsa ) barış içinde yaşar demişsin. peki ben kendimi tükr olarak hissetmiyorsam ve bunu söyleme cesareti gösteriyorsam, ben barış içinde yine de yaşayamazmıyım ?

    Mellini

    YanıtlaSil
  7. 26 Eylül 2011 23:00'a cevaben:
    Önceki yorumun sahibi ben değilim. Fakat senin belirtmiş olduğun durumda, yani kendini Türk olarak hissetmeyip bunu dile getirmek istediğinde birtakım zorluklarla karşılaşman muhtemel. Bunun böyle olması gerektiğini söylemiyorum kesinlikle, ama şu andaki durum böyle. Benim demek istediğim şey Kürtlerin pkk denilen insanlık dışı oluşuma sempati duyması ve destek vermesinin onların davasını haksız bir yere soktuğudur. Silaha dayalı olmayan mücadele her zaman olabilir ve olmalıdır da. Ama pkkya en ufak bir sempati besleyen bir Kürt benim gözümde insan değildir.

    YanıtlaSil