Müzeyyyen'in Kulağı: Dinliyorum Canlarım


Merhaba Canım’ın gazetecilik etiğiyle hiç mi hiç ilgisi olmayan gündelik hayat muhabiri Müzeyyyen Senar sizler için etrafta duyup gördüklerini kaydediyor ve kaynak bile belirtmiyor...

Türban pornografisi:

İzmir, bir grup kadın kendi aralarında konuşmaktadır:
A: Ben mücadelemi veriyorum bir birey, bir öğretmen, bir eğitimci olarak. İsteyen verir.
B: Yok zaten kötü bir döneme girdik. Başladı artık. Herkes kapanıyor.
A: Çok kapanan var, çoook. Ama o kadınların kafasına sıçayım, ne diyeyim ki?
C: Millet de nasıl kendi isteğiyle kapanıyor hayret ediyorum. Baskıyla değil, kendi isteğiyle kapanıyor. Zaten buraları (kafasını gösteriyor) kapalı, başka her yerleri açık.
A: Öpüşenleri gördükçe yolda hepsine laf atıyorum. Valla. Rahatsız ediyorum. Yapmak lazım. Siz müslümansınız da biz değiliz sanki. Orada burada öpüşüyor bunlar biliyorsunuz değil mi? Erkeklerle el ele dolaşıyorlar.
D: Geçen gün birini gördüm, başı kapalı ama tangası meydanda.
A: İçi görünen kıyafetler giyiyorlar ama başları kapalı.
C: O makyajlar, o gözlükler, düşük kemerler. Yani bak  biz böyleyiz işte. Gördüğün gibi. Ama onların her şeyleri o kadar yapmacık ki.  Onlar para için yapıyorlar.

Peygamber Atatürk

Aynı İzmirli kadın grubu bu defa eğitimde Atatürk’ün yeri meselesine el atıyorlar:
B: Biz İzmir’e geri dönene kadar bir süre Antalya’da yaşadık. Çocuğum orada Antalya Koleji’ne gidiyordu. Orada da aşırı bir Atatürkçülük pompalanıyor çocuklara.
A: Oranın genel müdürü emekli Paşa, değil mi? Ben çok beğeniyorum o koleji.
B: Çocuk oraya giderken, gece uykusundan uyanıyordı hüngür hüngür ağlayarak. Nasıl ağlıyor ama iki gözü iki çeşme. “Ne oldu?” diye soruyorum. “Keşke Atatürk ölmeseydi anne, ben çok üzülüyorum Atatürk öldü diye” diyor, hüngür hüngür ağlıyor.
A: Ah yavrum benim.
B: Nasıl ağlıyor, kendini yerde yere atıyor, Ne yapacağım ben şimdi? Atürk niye öldü?” diye. Aklıma gelen şeyleri söyleyip çocuğu sakinleştiriyorum ama bence bu da biraz fazla. Okulda her yerde fotoğrafları var, sürekli Atatürk’ten bahsediliyor.
E: Benim tanıdıklarım var yönetim kurulunda. Çok Atatürkçülerdir. Bu ülkede en çok Atatürk sevgisini yaşatanlar onlardır.
B: Evet ama o da çok aşırı gerçekten. Çocuk Atatürk’ü öğrensin elbette ama orada da Allah’a dönüştürerek anlatıyorlar. Ona da karşıyım.
A: Olur mu canım, ne kadar abartılsa az bence. En Atatürkçü biziz. Biz Astsubay çocuğuyuz. Ben Atatürk’ü bir peygamber olarak düşünüyorum. Çok şeyler vermiş bu ülkeye. Atatürk çok rahat padişah olabilecekken, Tayyip P.nin şimdi olmak istediği gibi, olmamış. Tayyip şimdi başkanlık sistemini getirip, Türkiye’yi eyaletlere bölüp, bir çeşit padişah olmak istiyor. Ama Atatürk bunun yerine Cumhuriyeti kurdu ve buna rağmen bu kadar çok seviliyor.

***

Yolunu kaybetmiş bir yabancı:
Malum geçtiğimiz günler inananlar için bienal zamanıydı.  Bienali gezmek için yurtdışından İstanbul’a teşrif eden bir arkadaşımız, yabancı olmanın ve kimseyi tanımamanın verdiği rahatlıkla oradan oraya sürüklenirken birileri ‘Bienal yemeğine gidiyoruz, sen de gel’ demiş. Bizim şaşkın da herkese açık, herkesin bildiği bir etkinlik sanarak yeni tanıştığı şahısların peşine takılmış. Önce kendini Eminönü’nde bulmuş, ardından bir tekne onları alıp yola koyulmuş. Boğaz boyunca baya bir yol katettikten sonra tekne kıyıya yanaşmış ve bu defa Mercedes minübüsler tarafından karşılanmışlar. İçeri girmek üzere oldukları yapının ihtişamından etkilenen arkadaşımız, ‘Bu ne binası?’ diye sorduğunda, oranın bir ev olduğunu ve –kendisi ismi aklında tutamadığı için İKSV’nin başkanı dedi ama biz anladık- kendini Bület Eczabaşı’nın villasında bulmuş. Rivayet o ki, yemek yalnızca büyükbaşlara veriliyormuş ve Bienal yemeği olmasına karşın etrafta pek sanatçı görememiş. Canlı fasıl eşliğinde verilen ziyafette tam 15 çeşit tatlı ikram edildiği de rivayetler arasında.
***
Tarlabaşı pazarı sürrealizmi:
Malumumuz Belediye’nin dönüşüm projesi suya atılmış bir taş işlevi gördü ve bir anda Tarlabaşı hem bizler hem de Erasmus’lar için yeni bir ikamet adresine dönüştü.  Bu sebepte Tarlabaşı pazarının en çok konuşulan dilleri de sırasıyla Kürtçe, Almanca ve Beyaz Türkçe oldu. Acar muhabiriniz Müzeyyen Senar bu pazarın müdavimlerinden biri olarak size bu pazarda yarım saat içinde yaşananlardan bir demet sürralizm sunmak istiyor: Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi için yapılan ikinci eylemden sonra pazar girişince önce bir mahalle sakininin ablasına ‘Ablaaaa!Baban diyor ki Taksim karışmış, fazla oyalanmasınlarö eve dönsünler’ dediği duyulur. Henüz bir kilo fasulye, bir kilo domates alma vakti geçmiştir ki biber gazı atan silahların sesi bir kaç sokak uzaktan gelir. Pazarda ilk başta kimse umursamaz gibi görünür ama limon satıcılarında bir hareketlenme başlar. Koşuşturmacalar pazarın bir üst sokağına kadar geldiğinde bütün pazarı biber gazı bulutu kaplar. İlk defa Almanlar yenilmiş ama biz yenilmemişizdir. Yabacı nüfus neye uğradığını şaşırmış kaçışırken, pazarcılar sakince puşilerine limon sıkıp satışa devam ederler, bir anne/babaaannenin torununa ‘ağlama kuzum, biber gazı o, geçer şimdi’ dediği duyulur. Gaza alışkın Tarlabaşı sakinleri ve muhabiriniz hiçbir şey olmamış gibi gözlerinden akan yaşlara rağmen alışverişlerine devam ederler.

***
Ulusalcı usulu Feminizm:
Bir grup kadın kendi aralarında konuşmaktadır:
A: Ben zaten bizim gibilere çok kızıyorum. Bakın etrafınıza.  Herkeste bir çocuk, hadi taş çatlasa iki çocuk var. Kimimiz çocuk bile yapmıyoruz ama onlar  öyle mi?
B: Tabi, bizim bir çocuğumuza karşılık onlarda yedi sekiz çocuk.
C: Tabi sonra o nüfusu istedikleri yere yığıyorlar. İzmir’den öyle milletvekili çıkarmadılar mı? Senelerdir oraya asker gibi kendi adamlarını gönderiyorlar, yerleştiriyorlar.
A: O yüzden bence bizim de çok çocuk yapmamız, kalabalıklaşmamız lazım. Ben bu yüzden işimi bıraktım, şimdi vaktimi çocuğumu eğitmeye adadım.
B: Adam boşuna mı dedi Üç çocuk yapın.” diye?
A: Ben şimdi ikinciyi büyütüyorum ama kendime kızıyorum. Keşke bu kadar mırın kırın etmeseydim, ilk çocuğumu daha erken doğursaydım da, şimdi bir tane daha yapsaydım.

***

Bir el atıver Kafka
Yeni bir eve taşınınca yapmak zorunda oldunuz şeylerin başında artık faturalarını üzerinize almak ve adrese kaydolmak geliyor. Zira artık adrese taşındıktan sonra bir kaç ay içinde kendinizi yeni adresinize kaydettirmezseniz cezası var. Ancak adrese kaydolabilmeniz için o adrese adınıza gelmiş olan bir fatura gerekiyor. Peki bilin bakalım faturanın o adrese isminize gelebilmesi için ne gerekiyor? İkametgah. Peki ikametgah alabilmek için ne gerekiyor? Adrese kayıt olmak. Adrese kayıt olmak için ne gerekiyor? Fatura. Bir el at yalvarırım Kafka.

***

Derdiniz bu olsun:
63 Vakıf Üniversitesinden birinin hoca yemekhanesinde orta yaşlı dört kadın öğretim üyesi dertleşmektedir:
A: Her şeyin sessizini yaptılar bi saç kurutma makinasının yapamadılar.
B: Değil mi ama? Sessiz çamaşır makinası var elektrik süpürgesi var. Artık gecenin bir vakti çamaşır yıkayabiliyoruz, temizlik yapabiliyoruz.
C: Vallahi kim piyasaya sürerse sessiz saç kurutma makinasını voliyi vurur.

***
Yorumsuz:
Yenibosna üst geçit, bir delikanlı telefonda konuşuyor:
Kızım, benimle doğru konuş, coşkunum, gelir tecavüz ederim ona göre.

Müzeyyyen Senar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder