Hayatta insanlar ikiye ayrılır; evine temizlikçi girenler ve girmeyenler…
Şaka şaka. Tabiki ki bu şekilde ayrılmazlar. Tasnif etmek elzem olursa; “evine temizlikçi girenler, temizlikçisiyle abla-kardeş olanlar, olmasa da temizlikçisine emeğinin karşılığını verenler, güvencesini sağlayanlar ve temizlikçiler” olabilir. Ama mesela öğrendik ki bir çeşit insan tipi daha varmış temizlikçisinin maaşı kadar parayı ayakkabıya yatırdığı için suçluluk duyanlar…
Sağ olsun, bu elzem bilgiyi Türk basının gururu, ex-kemalist, yeni sürüm Kürt dostu, barış elçisi, vicdan ve duyarlılık timsali araştırmacı-gazeteci-köşe yazarı-romancı-olay yerinden bildirmeci Ece Temelkuran'ın “ığraaaaaannnnç” Kuzey Afrika ülkesi Tunus'ta acılar içinde kıvrandığı leş otelinde kaleme aldığı yazısından öğrendik.
Tunus'a ya da Tunuslulara laf etmek gibi bir derdimiz elbette yok. Neticede gittiğimiz, gördüğümüz yerlerden biri değil. Ama en son işte Arap Baharı falan oldu, Türkiyeli solculara da twitter'da devrim yapabileceklerine dair bir umut doğdu ya, Tunus o hadisenin zılgıt çektiği ülke idi. Alakamız bu kadar... ama señorita, bir sebepten gittiği ve muhakkak ki parasını kendi cebinden ödediği seyahatinde çektiği ızdıraplara dayanamayıp, bunları yazmasaydı biz garipler asla ve asla Tunus'un ne kadar "ığraaannnnççç!" bir ülke olduğunu öğrenemeyecektik. Bu yüzden eğer bu meselede haddimizi aşıyorsak günahı da vebali de bizim değil señoritanındır.
Tabi işin, nicedir bizlerin muzdarip olduğu ve kendimize manipülasyondan arınmış ifade alanı yaratmak için cebelleşmemize sebep olan daha acıklı bir boyutu da var. Señorita'ya vesile olduğu için teşekkür ederiz. Fırsat kollayıcı durumuna onların deyişiyle “çakmaya yer arayan” bir pozisyona düşmek istemeyiz. Sadece basın üzerinden en somut örneği olan bu yazı bizlere gıcık olduğumuz hak sosyetesinin manifestosu olacak kadar cuk oturmuş gibi geldiğinden “hadi yazalım” dedik.
Yazalım dedik çünkü;
Biz mesela "Yözdil üzerine yazı yazmayı bile değer mi?" diye iki kere düşünerek yazıyoruz. Biz mesela Nur Çintay, Fatih Çekirge, Fatih Altaylı, Engin Ardıç, Serdar Turgut, Emre Aköz üzerine de yazmaya içi şişenleriz. Ama bunu yapan birileri var zaten. Señorita da onlardan biri. Hem Hrant'ın arkadaşı, hem Beyrut fatihi, hem f tipi anlatıcısı, hem Hopa'da terörist olan Başbakan'a karşı söz söyleyici, hem eylemde polisin çocuğunu düşürttüğü solcu kızların ablası, hem Kürt siyasilerin dostu vs. Yani gömlek çok. Ama kabul edin bu gömleklerin hepsi bir vücuda yani bir duruşa göre giyiliyor. Dolayısıyla sınıfsız domatesler yazısı her şeyden önce “bir hayal kırıklığı”.
Peki kimin icin hayal kırıklığı? Elbette ki insan hakları sosyetesi için. Ve o sosyeteye girmek isteyen bütün İbolar, Güllüşahlar, Keremler, Ayşeler, Mehmetler için. Onlar ki, bu uğurda çılgın attılar, sosyal medyada her olaya gözyaşı döktüler, sinirlendiler (çoğu zaman anne-babalarına ya da onları terk eden sevgililerine isyan etmek istediler sadece ama olsun, bu abileri ve ablaları tarafından 'kurşun asker' ihtiyacından sebep idare edildiler hep. Yaşasın dayanışma di mi sonuçta?), O sinirden devrimci manalar çıkardılar, yazdılar da yazdılar... İHSSY'de (insan hakları sosyetesi seçme ve yerleştirme sınavı) kaydırma yapmayanlar (kaydırma: gereken zamanda doğru kişiyi övmemek ve ona güzelleme yapmamak) sosyetenin en alt basamağına, yani ''atıl kurt!'' kademesine alındılar. Diğerleri için Galatasaray Lisesi'nin önünde ya da daha faalleri için Taksim-Tünel hattında eylemlere katılarak geçirilecek bir yıl daha var demek bu. Final'le çalışsınlar, kazansınlar! Neyse, konuyu dağıtmayalım...
Çoktan seçmeli señorita Temelkuran, öyle bir yazi yazdı ki çok değil sadece birkaç hafta önce Taraf'a yazdığı iki köşe yazısı nedeniyle ''davayı satmakla'' suçlanan ve neredeyse çoluk çocuğun bile ayar vermeye kalkıştığı Perihan Magden'in onlara göre çamur bize göre hakikat (onlara göre süt bize göre şokolade!) cümlelerine karşı canlı kalkan oldular. Ama niyeyse bu Kürt dostu insanların akıllarına dağlarda tanklara, silahlara, bombalara karşı canlı kalkan olan kadınların yanına gitmek hiç gelmedi. Hem señorita yakındı, İstanbul'daydı, asıl savaş da Nişantaşı'ndaydı... Yerseniz!
Nişantaşı yemezseniz size kendini muhtar sanıp vekil olanların, kendini balerin sanıp vekil sevgilisi olanların, kendini entelektüel sanıp bunalıma girenlerin mahallesi Cihangir'i verelim. Orada savaş hali hakim değil çünkü hak sosyetesi'nin kurtarılmış bölgesi. Firuzağa çay bahçesi ne güne duruyor, oturur orada memleketi kurtarırlar elbirliğiyle. Bu arada bu sosyetenin en iyi bildiği şeyin aslında coğrafya olduğunu da ekleyelim. Misal Cihangir'e yürüme mesafesiyle 15 dakika olan Tarlabaşı'ndan temizlikçi transfer edenler de kentsel dönüşüme karşı mücadele yapıyoruz diyip oradan ev kapanlar da yine hak sosyetesinin değişik fraksiyonlardan üyeleri.
Bütün bunlardan bize ne dediğimiz noktalar olmadı değil. Sonuçta sinir zıplatmaktan başka bir şey değil. lakin? zınısım adnıkraf ninekilhet- tehlikenin farkında mısınız? lütfen-neftül
* Ahmet Şık ve Nedim Şener dışında tutuklu gazeteci yokmuş gibi -hem de yıllardır- davranmak biraz tehlikeli değil mi?
* Hrant'ın arkadaşlarıyız deyip seçkin azınlık olmak ve diğerlerinin onun arkadaşı olmadığına inanmak biraz ayıp değil mi?
* Bütün bunları panellere katılmak, projelerden para toplamak, kitaplar yazmak, tarihe “kahramanca” geçmek için yapmak daha da aşağılıkça değil mi?
* Özetle solcu olmanın feminist olmanın ayrımcılıkla mücadele etmenin, radikal olmanın kariyeri olur mu? Sonunda bu işlerden müdür olunur mu?
* Holding medyasında bir noktada “AKP'ciğim keşke böyle yapmasan, neyse azıcık akıllandın bak” yazmak zorunda kalmak insanı kendinden almaz mı? Ona ne kalır?
Sizi yormayalım, biz yanıt verelim: Bol övgü, bol alkış, kimine ayda bilmem kaç bin lira alacakları köşe yazarlığı mesleği, kimine yapımcılık/her şeyden sorunlu-sorumlu kişi, kimine projelerden zilyonlar götüren stk'lere yazılan abuk sabuk raporlar, kimine dezavantajlı ezilen grupların rock yıldızlığı (bu olabildiğine alkış, bazı illerde bedava yemek/içmek, çokça hediyelik eşya da demek), kimine nerede bir isyan varsa orada bitme ve en duygulu ve Türkiyelilerin kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak dil altı yazıları, kimine ilerleyen yıllarda blok ya da AKP'den vekil aday adaylığı... Dilin saniye başına göstereceği performansa bağlı olarak da doğrudan adaylık.
Sizi yormayalım, biz yanıt verelim: Bol övgü, bol alkış, kimine ayda bilmem kaç bin lira alacakları köşe yazarlığı mesleği, kimine yapımcılık/her şeyden sorunlu-sorumlu kişi, kimine projelerden zilyonlar götüren stk'lere yazılan abuk sabuk raporlar, kimine dezavantajlı ezilen grupların rock yıldızlığı (bu olabildiğine alkış, bazı illerde bedava yemek/içmek, çokça hediyelik eşya da demek), kimine nerede bir isyan varsa orada bitme ve en duygulu ve Türkiyelilerin kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak dil altı yazıları, kimine ilerleyen yıllarda blok ya da AKP'den vekil aday adaylığı... Dilin saniye başına göstereceği performansa bağlı olarak da doğrudan adaylık.
İnanın içimiz şişmeseydi bu örnekleri de ördekleri de yazardık da yazardık. Ama mevzuyu anladığınızı umuyor ve burada tekrar ve tekrar señorita'mıza dönüyoruz. Kendisi yukarıda saydıklarımızdan bazılarına nail olmuş dünyalar ilginci bir insan. İşte sınıfsız domates yazısı tam da bu yüzden mühim ve kendisinin savunduğu gibi “üst sınıf olmanın verdiği eziklik duygusu” gibi üstüne nutella sürsek dahi yiyemeyeceğimiz bir şey. Bu sosyete kendi arasında kermes yapıp, eski kıyafetlerini ve kitaplarını Kürtlere gönderse falan uzaktan güler uzak dururduk. Ama yani onlara sınıfsal eziklik diye yaza yaza bu nefret yazısını yazınca señorita, insanın "ya o öyle değil kardeşim" diyesi geliyor. Hem bu ilk de değil “bacılarım” diye kızıp bizim hayatta yanında duramayacağımız bir kadın yazara “mümineliğe sığar mı” minvalinde geçirmişliği ve dumura uğratmışlığı da vaki yani.
Diyelim señorita telefonda kankitosuyla dertleşiyor: "ay benim Tülay ablam da bana taaa ordan domates gönderdi. Bu Tülay abla ne kafası kız. Geçen aldığım ayakkabı bunun maaşı kadar. SSK'sı da yok ha. Geçenlerde pencereden düştü belini kırdı. Alman hastanesine götürecektim nerdeyse. Baktım kalkamıyor ama yerleri silebilir durumda. Neyse dedim yokmuş bişeyi." Mesela böyle deseydi ki (buna benzer şeyler geçiyormuş oxfordlu sosyalist panpasıyla aralarında) o zaman bize diyecek bir şey kalmazdı. Ama şimdi sınıfsız domatesler diye bir yazıyı hadi sen yazdın nefretine vs yenik düşüp sonra bir işini bilir çıkmadı da basmıyoruz diyemedi mi? Buyrun o halde mainstream de çiziktirmenin zorluklarına. E o da ayrı yazı konusu tabi.
İşte bu yazar kişi kendine o kadar kredi biçildiğinden, manasızca yüceltildiğinden, ne yazsa kitlelerin kendisine kollarını açıp "free hug" vereceginden o kadar emin ki "beyaz Türklerin acıları temalı" domates metaforlu yazısını hiç utanmadan sıkılmadan yollamış haberturk isimli kesekağıdına. (ki bizim Nur Çintay'ın "hayat ne kadar da zorlaştı markete gidiyorsunuz bilmem ne eriğiyle bilmem ne şuruğu arasında seçim yapamıyorsunuz, tropikal meyveler bastı her yanı" yollu hayatın büyük zorluklarını tecrübe eden gurme yazar draması yazılara da haşir neşir olmuşluğumuz var o tropik meyvaları sarıp sarmalayan kesekağıtları içinde) haliyle orada da editörlük dediğin şey "basalım, polemik olsun, yazarın kariyeri filan umurumuz da değil (ki anladığımız yazarın kendisinin de umurunda değil) yeter ki gazete satsın, konuşulsun, ardından da gelsin polemik gitsin polemik demek olduğu için basıvermişler yazıyı. Yeni bir şey değil tabii. Bir Türk medyası klasiği.
Tabiri caizse sosyal paylaşım sitelerine "bomba" gibi düşen yazıyı denedik, neresinden tutsak elimizde kaldı. "señoritamiz değil, çevresi kotu dedik" olmadı, Tülay Abla'nın üç beş kuruş kazandığına tutunmaya çalıştık olmadı, Tunus'lulara yapıştırdığı "ıgranç!" insanlar etkiketi mi dersiniz, Tülay Abla'nın sigortasız, señorita'nın bir ayakkabı fiyatına camları silmesine mi dersiniz, Tülay Abla'dan her koşulda iyi insan olmasını beklemeye mi dersiniz, parayı ve zekâyı zengin arkadaşa, iyi insan olma zorunluluğunu evini temizlettiği Tülay Abla'ya yüklemesine mi dersiniz, tonla saçmalık, tuhaflık, acayiplik... Yazı yazı değil, "içimde tutamıyorum artık bu beyaz türklüğümü" manifestosu mübarek... Her satırda biz utandık ama señorita twitter'da"sınıfsız domatesler yazısından sonra anlaşılıyor ki memlekette sosyalist ahlak gelişimi kemale ermiş büyük bir kitle varmış. ve kimsenin itiraf edeceği sınıfsal bir utancı yokmuş. bir ben varmışım meğer sınıflı toplumda yasayan. ne güzel!" dedi. Libya yolundan da selam gönderdi. Ve elbette biz hemen Libyalılar için endişelenmeye başladık. Kim bilir orada da hangi taşı sıkıp ne gibi abukluklar çıkaracak, bize yine necip ülkemiz ve g20 ülkeleri dışındaki korkunç hayatlara dair neler yumurtlayacak diye gerildik. (Oysa kendisi bu Libya ziyaretinden beklediğimizin Nihat Doğan'ın Somali ziyaretinden beklediğimizden daha az olduğunu bilmiyordu o sıralarda. Yazık kim bilir hangi kerhanenin önünde kesilme korkusuyla özdilek havlusu arıyor bulamıyordu da haberimiz yoktu. Kimbilir o hassas cildi dovesuzluktan avonsuzluktan ne kadar da kurumuştu vahşilerin çölünde!)
Ama biz, her şeye rağmen, yazıdan sebep Señorita'dan ziyade onu solcu ablası ilan eden ergenspor'a sinir olduk.
Sayın Señorita, sınıf bilinci derken nedir kastınız? Biz o kısmını bu yazıdan anlamadık. Bir de Marx demissiniz, Marx derken sakallı komünistten bahsediyor olamayacağına gore Marks & Spencer'i kast etmiş olabilir misiniz? Gerçek bir metafor insanisiniz...
Not1: ha bir merakımız da Murat Menteş. O bu yazıyı okuduktan sonra ne düşündü acaba. zira mübarek aylarda yoksulların yoksulluk kızgınlığıyla empati kurmak için oruç tutulur derken, tülay abla da dahil miydi o yoksullara, yoksa Temelkuran'a methiyeye devam mı?
Not2: Bu arada bloğumuza az ama öz yazmak gibi biz istemeden oluşan bir prensibimiz olduğundan şimdilik sadece Oscar Dean'in beyaz Türklükle imtihan konulu yazısını da kendisine tavsiye ediyoruz.
A. Özen İncem & Zeki Ersoy & Sami Mesenay
blogdaki yazilari okurken cnbc-e'deki sit-com'lardaki kahkahaha efektlerini duyuyorum. ellerinize saglik...
YanıtlaSilduygularımıza tercüman bu yazı için çok teşekkürler efenim. yalnız avamlık akıyor paçalarınızdan; ece hiç o güzel cildine dove, avon sürer mi? beyazlıktan hiiiççç anlamıyorsunuz :P
YanıtlaSilEliniz emeğiniz dert görmesin..hislerimize ne güzel tercüman oldunuz.sağolun varolun. Nihal Tümay
YanıtlaSilSalak saçma yazı. O gömlek çok dediklerinin de hepsinin aynı gömlek olduğunu anlayamamış paçalarından cehalet akan yazı.
YanıtlaSilBirinci Adsiz: Tesekkurler. Guldururken de dusunduruyoruzdur umariz. :)
YanıtlaSilIkinci Adsiz: Eskiden Avon satanlardan bildigimiz bu iki markanin en iyileri olduugydu. Biz takip etmezken yenileri cikmissa bilmemek bizim ayibimiz. :)
Nihal Tumay: Hislere tercuman olmak da biz bloggerlarin gorevi. Hep birlikte sag olalim, var olalim...
Ucuncu Adsiz: Bize mi kizdiniz Ece Temelkuran'a mi? Emin olalim ki pot kirmayalim.
Toptan sevgiler ayrica...
Politburo sekreteryadan Zeki...
üç kişi oturup bir kişiye cevap yazmışlar:)
YanıtlaSilKonunun ritmini kaçıranlar için: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=39696
YanıtlaSil